6 Mayıs 2016 Cuma

EVRENSEL AHLAK YASASI

Ahlak felsefesinde en çok tartışılan problemlerden biri evrensel bir ahlak yasasının olup olmadığı problemidir. Kimi düşünürler bu soruyu olumsuz, kimileri olumlu yanıtlamışlardır. Önce, soruyu olumsuz yanıtlayan ahlak öğretilerini ve bunların önde gelen temsilcilerini görelim.

EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI REDDEDENLER

Evrensel bir ahlak yasasının olmadığını ileri süren yaklaşımlar arasında haz ahlakı, fayda ahlakı, bencilik, anarşizm ile Nietzsche ve Sartre'ın ahlak anlayışlarını gösterebiliriz.

HAZ AHLAKI

Hazcılık (hedonizm) evrensel ahlak yasasının varlığını reddeden, ahlaki eylemin amacını hazda (hedone) bu­lan bir ahlak öğretisidir. Kurucusu bir süre Sokrates'in de çevresinde bulunmuş olan Aristippos'tur. (M.Ö. 435-355). Aristippos, Sokrates'in mutçuluğundan (eudaimonizm) hareket edip hazcılığa ulaşan filozoftur. Ona gö­re haz sağlayan şey "iyi"; acı veren şey "kötü"dür. Bu ikisinin dışında kalan şeyler ise önemsizdir. Bu bakımdan yaşamın amacı en yüksek hazza erişmektir. En yüksek haz da anlık ve en yoğun olan haz duygusudur.
Hazcılık yaklaşık yüzyıl sonra daha tinsel biçimde Epikuros'ta (M.Ö. 341-270) karşımıza çıkar. Ona göre; "Haz, yanında hiç acı ve sıkıntı getirmeyendir... Mutlu yaşamın hem başlangıcı hem de sonudur. Hazzı aramak, acıdan kaçmak yaşamın en güçlü yasasıdır." Ancak bu yasaya uymak için kişi gereksinimlerini kıs­mayı bilmelidir. Filozofa göre; "insanın ekmek ve suyu olunca mutlulukta Zeus ile yarışabilir."Epikuros, şen bir gönül esenliğine, ruh dinginliğine ancak "ölçülü olmak"la varılabileceği görüşündedir. Böy­le olmasına karşın onun hazlara yönelik bir yaşamı önermesi yanlış değerlendirilmiş ve günlük dilde Epikürcü sözcüğü, "bireyin maddesel zevkler peşinde koşması" biçiminde kullanılmıştır. Oysa onun şu sözleri bu değerlen­dirmenin yanlışlığını yeterince ortaya koyabilir: "Yaşamında, komşun farkına vardığı zaman utanacağın hiç­bir şey yapma."

YARAR AHLAKI     

Yarar ahlakı (yararcılık) "Ahlaki eylemin amacı nedir?", "Doğru eylem deyimiyle neyi belirtmek isteriz?", "Bir eylemin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?" gibi soruları yanıtlamaya çalışan bir ahlak kuramıdır. Temel niteliği, amaç güden bir ahlak felsefesi olmasıdır. Onda da asıl amaç mutluluktur, mutlu olmaktır. Ancak yarar ahlakında mutluluğu sağlayan; iyi, erdem, doğaya uygun yaşama vb. değil yarardır.
Yarar temeline dayanan ahlak, bireye sağladığı yarar ölçüsünde değerlidir. Ahlakın bireye sağladığı yarar hakkındaki görüş değişirse ahlak da ona koşut olarak değişecektir. O halde yararcılık temeline dayanan yarar ah­lakı için de evrensel bir ahlak söz konusu değildir.
19. yüzyılda iki İngiliz filozof Jeremy Bentham (1748-1832) ile John Stuart Mill (1806-1873) yarar ahlakını farklı bir yaklaşımla ele almışlar ve yeni bir öğreti ortaya koymuşlardır.


BENCİLİK

Bencilik (egoizm) günlük dilde, başkalarını dikkate almadan yalnız kendini, kendi çıkarını düşünme anlamı­na gelen bir sözcüktür. Etik de ise insanın tüm eylemlerinin ben sevgisiyle belirlendiğini, ahlaklılığın da kendini koruma içgüdüsünün dışa vurumundan başka bir şey olmadığını ileri süren öğretidir. Bencilik her iki anlamıyla da evrensel bir ahlak yasası tanımaz.



Bencilik öğretisinin temsilcisi İngiliz filozof Thomas Hobbes'a (1588-1679) göre hayvanlar gibi in­sanları da içgüdüler yönetmektedir. İnsanı yönlendiren ve harekete geçiren iki önemli içgüdü vardır. Bunlardan biri kendini sevme diğeri kendini koruma içgüdüsüdür. Sevgi, nefret, korku, umut gibi tutku ve coşkular bura­dan kaynaklanır. İnsan doğası gereği bencildir. Her şeyde olduğu gibi ahlakta da egemen olan çıkardır. "Mutlak iyi", "mutlak adalet", "evrensel ahlak yasası" uydurulmuş boş sözlerdir. Hobbes için "İnsanın iştah ve isteğinin konusu her ne ise onun kendisi adına 'iyi' diye adlandırdığı şey odur."

ANARŞİZM


 Anarşizm, başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir. Bireye önem verir ve bireysel istençlerden daha üstün bir şey olamayacağını savunur. Kurucusu Fransız Proudhon (1809-1865), en tanınmış savunucuları da Rus Bakunin (1814-1876), Kropotkin ve AlmanStirner'dir. (1806-1856)
Proudhon "Mülkiyet Nedir?" adlı eserinde "Mülkiyet hırsızlıktır" görüşünü öne sürer. Bakunin, insan üze­rindeki tüm kısıtlama ve zorlamaların kaldırılmasını, devletsiz ve otoritesiz bir toplum düzeninin kurulmasını is­ter. Bunun için getirdiği öneri, ayrım yapmaksızın ve görüp dinlemeksizin her şeyi yıkmak yönündedir. Ahlak da yıkılması gerekenler arasındadır; çünkü ahlak, insanları daha kolay yönetmek için uydurulmuş kurallar yumağı­dır.
Stirner de ahlaki değerlerin birtakım soyutlamalar olduğunu belirtir. Kendisine yönelmesi gereken bir gerçek tanımadığını, nasıl bir bitkiye ya da hayvana düşen bir "ödev" yoksa insan için de böyle bir "ödev"in olmadığını öne sürer. Görüldüğü gibi anarşizm için evrensel bir ahlak yasası söz konusu değildir.
Haz ahlakı, yarar ahlakı, bencilik ve anarşizmin temsilcileri gibi Nietzsche ve Sartre da evren­sel ahlak yasası diye bir şeyin varlığını reddederler.


FRİEDRİCH NİETZSCHE

Nietzsche (1844-1900) ahlak değerlerine karşı en sert eleştirileri yapmış ve kendine göre ahlak dışı (amoral) bir felsefe kurma girişiminde bulunmuş olan Alman filozoftur. Aklı değil istenci, toplumu değil bireyi üstün tutan bir anlayışın temsilcisidir. Akılcılığı ve toplumculuğu besleyen değerlerin yerine bireyciliği (individüalizm) ve istenci destekleyen değerlerin konulmasını savunmuştur.
Nietzsche'ye göre toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür toplumsal sınıf vardır. Bunlardan bi­ri halk sınıfı, diğeri seçkinler sınıfıdır. Halk sınıfı sürü durumundadır. Din ve gündelik ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir; çünkü onun asıl görevi seçkin sınıfın oluşmasına elverişli koşulları sağlamaktır. Seçkin sınıfa yakı­şan ahlak, insanın doğasına uygun olan bireyci, bencil, acımasız, istenci güçlendiren ahlaktır. Ona göre dinler ve kimi filozoflar bu ahlak yerine özverili olmayı öğütleyen, zayıflığı, miskinliği koruyan ve bireyin güdülerini köreltip onu edilginliğe yönelten köleler ahlakını benimsemişlerdir. Artık sıradan kimselere ve korkaklara yarayan bu ahlaktan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Bunun yolu da vicdan ahlakı yerine deha yani iktidara doğru giden güç ahlakını koymaktır.
Nietzsche'ye göre yeni ahlak değerleri seçkin sınıf arasından yetişecek üst insanlarca(übermensche) konula­caktır. Üst insan güçlü istencin simgesidir. Nietzsche'nin bu yaklaşımı, gücü "en yüce iyi" durumuna getirmekte­dir. Bu düşünce bazı düşünürlerce faşizmin habercisi olarak nitelenmiştir.





JEAN PAUL SARTRE


Evrensel ahlak yasasının varlığını reddeden filozoflardan biri de varoluşçuluğun önde gelen temsilcilerinden Sartre'dır. (1905-1980). Varoluşçuluk (egzistansiyalizm), çağımız fel­sefe akımlarının en popüler olanlarından biridir. Danimarka­lı Sören Kierkegard (Kirkegard, 1813-1855) akımın öncüsü sayılır. Öteki tanınmış temsilcileri Martin Heidegger (Haydeger, 1889-1976) ile Karl Jaspers'tir. (1883-1969)

Akımın kurucusu Kierkegard'a göre, felsefenin ana konu­su varoluş ve yaşamdır, daha açık bir deyişle kişinin kendi yaşamıdır. Ona göre gerçeklik, nesnellikte değil öznellikte­dir. "Tek birey"lerden başka hiçbir şey doğruyu ve güzeli oluşturamaz. Bu nedenle felsefe varoluşun bilincine vardır­maya, yaşama anlam kazandırmaya yönelik olmalıdır. Nite­kim Kierkegard bütün yaşamını, doymuşluğu içinde uyuklayan insanları nasıl uyandırabileceğini düşünmekle geçirdiğini yazmıştır.

Varoluş felsefesi, yoksunlukların ve bunalımların insanla­rı sıkboğaz ettiği İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'sında yeniden canlandı ve büyük ilgi gördü. Bunda filozof olduğu kadar güçlü bir yazar olan Fransız düşünürü Sartre'ın önemli rolü oldu.Sartre'a göre insan doğası diye bir şey yoktur; insan kendini nasıl yapıyorsa öyledir. Evrende kendi varlığını kendi yaratan tek varlık insandır. Örnekleyecek olursak bir çiçek, çiçekliliğini kendi yapmaz; ama insan, insanlı­ğını kendi yapar, değerlerini kendi yaratır, yolunu kendi seçer.Sartre'a göre, evrendeki her nesnenin bir özü bir de varlığı vardır. Öz, sürekli nitelikler topluluğu demektir Varlık ya da varoluş ise dünyada etken olarak bulunuş demektir. Örneğin, ağaçlar ancak ağaçlık özüne uyarak ağaç olurlar. Burada öz, varoluştan önce gelir; ama insan söz konusu olunca durum değişir. Sartre'a göre insan­da - ama yalnızca insanda- varoluş özden önce gelir. Bu demektir ki insan önce vardır, sonra şöyle ya da böyle olur; çünkü o, özünü kendi yaratır. Nasıl mı? Şöyle: Dünyaya atılarak, orada acı çekerek, savaşa­rak yavaş yavaş kendini belirler. Bu belirleme yolu hiç kapanmaz, her zaman açıktır..." Varoluşçuluk için asıl gerçek, bireysel ögelerdir. Örneğin, ben soyut bir insan değilim. Boyum, kilom rengim ve eylemlerimle belirli bir kişiyim. Bu bakımdan gerçek olan benim sorunlarımdır. Kötü düzenlenmiş, adaletsiz, acımasız, kirli ve saçma bir dünyadaki yalnızlığım, güvensizliğim, umutsuzluğum ve bunalımımdır; duyduğum tiksinti ve bunaltıdır.Kısaca Jean Paul Sartre kişinin kendini tanımasını, benliğini kazanmasını, baskılardan kurtulmasını istiyor. Top­lum içerisinde çözülen, eriyen, giderek yok olan "tek insan"a yeniden kişilik ve sorumluluk kazandırmayı arzulu­yor. Bunun için de bireyin toplumdan kopmasını, devletin kişiyi yutmasına karşı çıkılmasını öneriyor ve bireyci­liği savunuyor. Bireyciliğin de ancak yalnızlık, bunalım, kaygı ve umutsuzluk içinde belireceğini, korunacağını ve derinleşeceğini ileri sürüyor. Sartre'ın felsefesinin evrensel ahlak yasasının varlığını reddetmesi, tutarlılığının kaçınılmaz sonucudur. Kaldı ki o, varoluşçuluğun tanrıtanımaz kanadını temsil edenlerin önde gelenlerinden biridir. Şu sözleri ahlak hakkın­da ki görüşlerini açık seçik ortaya koyar:"Genel bir ahlâk yoktur; çünkü size yol gösterecek bir işaret yok­tur dünyada. Gel gelelim katolikler, -Vardır!' diye ayak direrler. Hadi, tutalım ki var böylesi işaretler; var ama, onları yorumlayan, taşıdıkları falanca anlamı seçen de biziz yine... Karar verirken tek basınadır insan... Tüm sorumluluklar onundur, onun omuzlarındadır..."










1 yorum: