Ahlak felsefesinde en çok
tartışılan problemlerden biri evrensel bir ahlak yasasının olup olmadığı
problemidir. Kimi düşünürler bu soruyu olumsuz, kimileri olumlu
yanıtlamışlardır. Önce, soruyu olumsuz yanıtlayan ahlak öğretilerini ve
bunların önde gelen temsilcilerini görelim.
EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI
REDDEDENLER
Evrensel bir ahlak yasasının
olmadığını ileri süren yaklaşımlar arasında haz ahlakı, fayda ahlakı, bencilik,
anarşizm ile Nietzsche ve Sartre'ın ahlak anlayışlarını gösterebiliriz.
HAZ AHLAKI
Hazcılık (hedonizm) evrensel ahlak
yasasının varlığını reddeden, ahlaki eylemin amacını hazda (hedone) bulan bir
ahlak öğretisidir. Kurucusu bir süre Sokrates'in de çevresinde bulunmuş olan
Aristippos'tur. (M.Ö. 435-355). Aristippos, Sokrates'in mutçuluğundan
(eudaimonizm) hareket edip hazcılığa ulaşan filozoftur. Ona göre haz sağlayan
şey "iyi"; acı veren şey "kötü"dür. Bu ikisinin dışında
kalan şeyler ise önemsizdir. Bu bakımdan yaşamın amacı en yüksek hazza
erişmektir. En yüksek haz da anlık ve en yoğun olan haz duygusudur.
Hazcılık yaklaşık yüzyıl sonra daha
tinsel biçimde Epikuros'ta (M.Ö. 341-270) karşımıza çıkar. Ona göre; "Haz,
yanında hiç acı ve sıkıntı getirmeyendir... Mutlu yaşamın hem başlangıcı hem de
sonudur. Hazzı aramak, acıdan kaçmak yaşamın en güçlü yasasıdır." Ancak bu
yasaya uymak için kişi gereksinimlerini kısmayı bilmelidir. Filozofa göre;
"insanın ekmek ve suyu olunca mutlulukta Zeus ile
yarışabilir."Epikuros, şen bir gönül esenliğine, ruh dinginliğine ancak
"ölçülü olmak"la varılabileceği görüşündedir. Böyle olmasına karşın
onun hazlara yönelik bir yaşamı önermesi yanlış değerlendirilmiş ve günlük
dilde Epikürcü sözcüğü, "bireyin maddesel zevkler peşinde koşması"
biçiminde kullanılmıştır. Oysa onun şu sözleri bu değerlendirmenin
yanlışlığını yeterince ortaya koyabilir: "Yaşamında, komşun farkına
vardığı zaman utanacağın hiçbir şey yapma."
YARAR AHLAKI
Yarar ahlakı (yararcılık) "Ahlaki eylemin amacı
nedir?", "Doğru eylem deyimiyle neyi belirtmek isteriz?",
"Bir eylemin doğru olduğunu nasıl bilebiliriz?" gibi soruları
yanıtlamaya çalışan bir ahlak kuramıdır. Temel niteliği, amaç güden bir ahlak
felsefesi olmasıdır. Onda da asıl amaç mutluluktur, mutlu olmaktır. Ancak yarar
ahlakında mutluluğu sağlayan; iyi, erdem, doğaya uygun yaşama vb. değil
yarardır.
Yarar temeline dayanan ahlak,
bireye sağladığı yarar ölçüsünde değerlidir. Ahlakın bireye sağladığı yarar
hakkındaki görüş değişirse ahlak da ona koşut olarak değişecektir. O halde
yararcılık temeline dayanan yarar ahlakı için de evrensel bir ahlak söz konusu
değildir.
19. yüzyılda iki İngiliz filozof
Jeremy Bentham (1748-1832) ile John Stuart Mill (1806-1873) yarar ahlakını
farklı bir yaklaşımla ele almışlar ve yeni bir öğreti ortaya koymuşlardır.
BENCİLİK
Bencilik
(egoizm) günlük dilde, başkalarını dikkate almadan yalnız kendini, kendi
çıkarını düşünme anlamına gelen bir sözcüktür. Etik de ise insanın tüm
eylemlerinin ben sevgisiyle belirlendiğini, ahlaklılığın da kendini koruma
içgüdüsünün dışa vurumundan başka bir şey olmadığını ileri süren öğretidir.
Bencilik her iki anlamıyla da evrensel bir ahlak yasası tanımaz.
Bencilik öğretisinin temsilcisi
İngiliz filozof Thomas Hobbes'a (1588-1679) göre hayvanlar gibi insanları da
içgüdüler yönetmektedir. İnsanı yönlendiren ve harekete geçiren iki önemli
içgüdü vardır. Bunlardan biri kendini sevme diğeri kendini koruma içgüdüsüdür.
Sevgi, nefret, korku, umut gibi tutku ve coşkular buradan kaynaklanır. İnsan
doğası gereği bencildir. Her şeyde olduğu gibi ahlakta da egemen olan çıkardır.
"Mutlak iyi", "mutlak adalet", "evrensel ahlak yasası"
uydurulmuş boş sözlerdir. Hobbes için "İnsanın iştah ve isteğinin konusu
her ne ise onun kendisi adına 'iyi' diye adlandırdığı şey odur."
ANARŞİZM
Anarşizm, başta devlet olmak üzere tüm
baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir. Bireye
önem verir ve bireysel istençlerden daha üstün bir şey olamayacağını savunur.
Kurucusu Fransız Proudhon (1809-1865), en tanınmış savunucuları da Rus Bakunin
(1814-1876), Kropotkin ve AlmanStirner'dir. (1806-1856)
Proudhon
"Mülkiyet Nedir?" adlı eserinde "Mülkiyet hırsızlıktır"
görüşünü öne sürer. Bakunin, insan üzerindeki tüm kısıtlama ve zorlamaların
kaldırılmasını, devletsiz ve otoritesiz bir toplum düzeninin kurulmasını ister.
Bunun için getirdiği öneri, ayrım yapmaksızın ve görüp dinlemeksizin her şeyi
yıkmak yönündedir. Ahlak da yıkılması gerekenler arasındadır; çünkü ahlak,
insanları daha kolay yönetmek için uydurulmuş kurallar yumağıdır.
Stirner de
ahlaki değerlerin birtakım soyutlamalar olduğunu belirtir. Kendisine yönelmesi
gereken bir gerçek tanımadığını, nasıl bir bitkiye ya da hayvana düşen bir
"ödev" yoksa insan için de böyle bir "ödev"in olmadığını
öne sürer. Görüldüğü gibi anarşizm için evrensel bir ahlak yasası söz konusu
değildir.
Haz ahlakı,
yarar ahlakı, bencilik ve anarşizmin temsilcileri gibi Nietzsche ve Sartre da
evrensel ahlak yasası diye bir şeyin varlığını reddederler.
FRİEDRİCH NİETZSCHE
Nietzsche (1844-1900) ahlak
değerlerine karşı en sert eleştirileri yapmış ve kendine göre ahlak dışı
(amoral) bir felsefe kurma girişiminde bulunmuş olan Alman filozoftur. Aklı
değil istenci, toplumu değil bireyi üstün tutan bir anlayışın temsilcisidir. Akılcılığı
ve toplumculuğu besleyen değerlerin yerine bireyciliği (individüalizm) ve
istenci destekleyen değerlerin konulmasını savunmuştur.
Nietzsche'ye
göre toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür toplumsal sınıf
vardır. Bunlardan biri halk sınıfı, diğeri seçkinler sınıfıdır. Halk sınıfı
sürü durumundadır. Din ve gündelik ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir;
çünkü onun asıl görevi seçkin sınıfın oluşmasına elverişli koşulları
sağlamaktır. Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan bireyci,
bencil, acımasız, istenci güçlendiren ahlaktır. Ona göre dinler ve kimi
filozoflar bu ahlak yerine özverili olmayı öğütleyen, zayıflığı, miskinliği
koruyan ve bireyin güdülerini köreltip onu edilginliğe yönelten köleler
ahlakını benimsemişlerdir. Artık sıradan kimselere ve korkaklara yarayan bu
ahlaktan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Bunun yolu da vicdan ahlakı yerine deha
yani iktidara doğru giden güç ahlakını koymaktır.
Nietzsche'ye
göre yeni ahlak değerleri seçkin sınıf arasından yetişecek üst
insanlarca(übermensche) konulacaktır. Üst insan güçlü istencin simgesidir.
Nietzsche'nin bu yaklaşımı, gücü "en yüce iyi" durumuna getirmektedir.
Bu düşünce bazı düşünürlerce faşizmin habercisi olarak nitelenmiştir.
JEAN PAUL SARTRE
Evrensel ahlak yasasının varlığını
reddeden filozoflardan biri de varoluşçuluğun önde gelen temsilcilerinden
Sartre'dır. (1905-1980). Varoluşçuluk (egzistansiyalizm), çağımız felsefe
akımlarının en popüler olanlarından biridir. Danimarkalı Sören Kierkegard (Kirkegard,
1813-1855) akımın öncüsü sayılır. Öteki tanınmış temsilcileri Martin Heidegger
(Haydeger, 1889-1976) ile Karl Jaspers'tir. (1883-1969)
Akımın
kurucusu Kierkegard'a göre, felsefenin ana konusu varoluş ve yaşamdır, daha
açık bir deyişle kişinin kendi yaşamıdır. Ona göre gerçeklik, nesnellikte değil
öznelliktedir. "Tek birey"lerden başka hiçbir şey doğruyu ve güzeli
oluşturamaz. Bu nedenle felsefe varoluşun bilincine vardırmaya, yaşama anlam
kazandırmaya yönelik olmalıdır. Nitekim Kierkegard bütün yaşamını, doymuşluğu
içinde uyuklayan insanları nasıl uyandırabileceğini düşünmekle geçirdiğini
yazmıştır.
Varoluş
felsefesi, yoksunlukların ve bunalımların insanları sıkboğaz ettiği İkinci
Dünya Savaşı sonrası Avrupa'sında yeniden canlandı ve büyük ilgi gördü. Bunda
filozof olduğu kadar güçlü bir yazar olan Fransız düşünürü Sartre'ın önemli
rolü oldu.Sartre'a göre insan doğası diye bir şey yoktur; insan kendini nasıl
yapıyorsa öyledir. Evrende kendi varlığını kendi yaratan tek varlık insandır.
Örnekleyecek olursak bir çiçek, çiçekliliğini kendi yapmaz; ama insan, insanlığını
kendi yapar, değerlerini kendi yaratır, yolunu kendi seçer.Sartre'a göre,
evrendeki her nesnenin bir özü bir de varlığı vardır. Öz, sürekli nitelikler
topluluğu demektir Varlık ya da varoluş ise dünyada etken olarak bulunuş
demektir. Örneğin, ağaçlar ancak ağaçlık özüne uyarak ağaç olurlar. Burada öz,
varoluştan önce gelir; ama insan söz konusu olunca durum değişir. Sartre'a göre
insanda - ama yalnızca insanda- varoluş özden önce gelir. Bu demektir ki insan
önce vardır, sonra şöyle ya da böyle olur; çünkü o, özünü kendi yaratır. Nasıl
mı? Şöyle: Dünyaya atılarak, orada acı çekerek, savaşarak yavaş yavaş kendini
belirler. Bu belirleme yolu hiç kapanmaz, her zaman açıktır..." Varoluşçuluk
için asıl gerçek, bireysel ögelerdir. Örneğin, ben soyut bir insan değilim.
Boyum, kilom rengim ve eylemlerimle belirli bir kişiyim. Bu bakımdan gerçek
olan benim sorunlarımdır. Kötü düzenlenmiş, adaletsiz, acımasız, kirli ve saçma
bir dünyadaki yalnızlığım, güvensizliğim, umutsuzluğum ve bunalımımdır;
duyduğum tiksinti ve bunaltıdır.Kısaca Jean Paul Sartre kişinin kendini
tanımasını, benliğini kazanmasını, baskılardan kurtulmasını istiyor. Toplum
içerisinde çözülen, eriyen, giderek yok olan "tek insan"a yeniden
kişilik ve sorumluluk kazandırmayı arzuluyor. Bunun için de bireyin toplumdan
kopmasını, devletin kişiyi yutmasına karşı çıkılmasını öneriyor ve bireyciliği
savunuyor. Bireyciliğin de ancak yalnızlık, bunalım, kaygı ve umutsuzluk içinde
belireceğini, korunacağını ve derinleşeceğini ileri sürüyor. Sartre'ın
felsefesinin evrensel ahlak yasasının varlığını reddetmesi, tutarlılığının
kaçınılmaz sonucudur. Kaldı ki o, varoluşçuluğun tanrıtanımaz kanadını temsil
edenlerin önde gelenlerinden biridir. Şu sözleri ahlak hakkında ki görüşlerini
açık seçik ortaya koyar:"Genel bir ahlâk yoktur; çünkü size yol gösterecek
bir işaret yoktur dünyada. Gel gelelim katolikler, -Vardır!' diye ayak
direrler. Hadi, tutalım ki var böylesi işaretler; var ama, onları yorumlayan,
taşıdıkları falanca anlamı seçen de biziz yine... Karar verirken tek basınadır
insan... Tüm sorumluluklar onundur, onun omuzlarındadır..."
merhaba.. nasılsınız...
YanıtlaSil